Yani anlayacağın, tahammül meselesi her şey… Binlerce sicimle tutunmuş her birimiz çevremizdekilere; kimi çift faz, kimi üç yollu… Yahu topraksız, tek tabanca yürüyebileceğine inanan kerizlerle dolu dünya. Bak şu öküze hele, yama olmuş birine… Hah, şunu buradan bağlarsak eğer…
“Ustaa! Usta, içerinin şalteri attı bu sefer de. Bir şey demeyeyim, diyorum ama yani yetti artık. Yarım günlük iş, üç günde bitmez mi?”
“Bakalım kutuya hanımefendi…”
Direnci yetmiyor şalterin, amperi yükseltmemiz gerek. E tabii, öküzün yükünü katır nasıl çeksin. Rahmetli ustamın da dediği gibi; “cereyan darlaşmaya gelmez”. Akacak pozitif keyfince. Talebi karşılayabilecek ki, kendisinden bekleneni fişeklesin. İllaki kişinin pozitif bir tutum sergileyebilmesi için de gerekli onlarca koşul mevcut. İnsan her şeyden önce yetkin olmalı, en azından yetkin hissetmeli.
Yani sevgili kablolar, her birinizden aynı performansı beklemiyorum; amma velakin vasıflarınız boşuna değil. Çeyrek topraksızla, tam parmak kablo nasıl bir tutulsun… Ustayı usta yapan, direnci öngörebilmekte yatar. Şuradan kutuya dönüşe bağlarsak…
“Ustaa! Ünite durdu! İş yarım mı kalacak şimdi? Kesilen dişe baştan başlayacak makine şimdi… Mesai de bitiyor, nasıl yetişecek bu iş?”
“Bakalım üniteye hanımefendi…”
E tabii gâvur makinesi, yarım asırlık kablolar arasında nasıl iş tutsun. Kodaman bir patron, avam sınıfıyla otobüse biner mi hiç? Binmesi gerekirse dahi, başkasını alamaz otobüs. Şoför nasıl müsaade etsin onca ter kokusunun ya da densiz, şikâyetçi yolcuların, pek muhterem patronun keyfini kaçırmasına. Durum böyle olunca da otobüs taksiye döner, işlevini yitirir.
“Eee usta, çalışacak mı makine?”
“Yıpranmış kablolar, yükü kaldıramıyor hanımefendi. Rahmetli ustamın da dediği gibi…”
“Başlatma ustandan be adam! Çalıştır şu makineyi.”
Temiz bir yarım parmak ister bu. Elektriğini sömürecek parazitlerden bağımsız, hususi bir hat. Hepimiz böyle değil miyiz sanki? Rızkımızı, potansiyelimizi sömürebilecek çıkıntılardan, kötü niyetli insanlardan muaf bir yaşam dileriz.
Naif de duyulmasın. En nihayetinde hepimiz kendi “iyi”mizin peşinde değil miyiz? Hattı seri çektin mi; yüke ortağız, iş gücünü paylaşırız. Yok, sen hattı paralel bağlarsan; eş dirençle yol alırız. Mubah rekabet anlayacağın, “fair play”. Kırmızıya yolu açacaksın, karayla toplayacaksın. Döngüyü tamamladın mı, gerisi teferruat be kardeşim…
“Ustaaa! Muayene odasına çektiğimiz internet çalışmıyor şimdi de. Onu bir çöz önce.”
“Sokete bakalım hanımefendi.”
Yaa… Bilişim kuşağı... Anında ulaşabilmek, ulaştırmak. Koca dünya, kablolar aracılığıyla. Sicimli her birimiz ötemizde kalanlara. Tabii bir usta aracılığıyla…
“Evet, usta neymiş derdi?”
“Bakıyorum hanımefendi.”
Eli-ayağı titriyor, görüyor musun? Bağımlısı mübarek internetin. Yahu diş hekimi misin, borsacı mı? İstiyor insan, birader… Geri kalmışlığı yediremiyor, dışlanmış hissediyor.
Titretir elektrik en nihayetinde, aydınlananı da çarpılanı da…
“Bana bak usta… Geç oldu, ben çıkıyorum. Anahtar sende. Ne yaptın-ettin bu gece topladın tesisatı. Yarın sabah her şeyi çalışır bulayım. Haydi, hoşça kal!”
“Hayhay hanımefendi…”
Güven meselesi, farkındasın dimi? İşinin ehli olacaksın ki, insanlar gönül rahatlığıyla malını emanet edebilsin sana. E kolay yetişmiyor bir usta, hele böyle bir çağda…
Comments