Sanat ve ilişiği insanın çağından söze başlamak üzere, merhaba…
Tanımı kendini yenileyen ve süreğen bir devinim içinde olan sanat, insanın özünden aldığı kavramlarla, kendini yüksek bir insansızlığa taşımış durumda mıdır? Bu insansızlığın, bir yüksek mertebeden insana tekrar geri dönmesi üzerine kurulu olması insana içkin bir geri çağırmayı amaçlar mı? İçinde bulunduğumuz çağ, bu iki soruya cevap aramak için anlaşılmış ve çözümlenmiş midir?
Çoğu şeyin ilkine ilgili insan zamanla bu ilkin oluşturduğu tüm düşünsel ve duygusal alanları tamamladı yahut tahrip etti. Bu durumda sanata ilişkin tanımların daima yenilendiğini, bu yenilenmenin de yeni bir ilk oluşturma ya da arama ihtiyacı sezdirdiğini söylemek istiyorum. Çünkü bu tahribatı tazeleyecek etkileşimler sanatın insandan aldığı özle, sanatın kendi özünü ve tanımlarını oluşturdu. Sanat, kendine içkin bir ferahlıkta güç besledi. İyi olan ve güzel olan, ilişikte olduğu tüm nenlere karşı kusursuzluğu temin etti. Bazen kusurda bile. Bu gücün, sanatı insansızlaştırarak daima iktidar olmaktan koruduğu düşüncesindeyim. Bu düşünceyle söyleyebilirim ki sanat insana dair kötülüğün, düşmanlığın hem kullanıcısı olmadı hem de insani düşünüş ve erdemlere zıt gelenin karşısında yer aldı.
Bu düşünce çerçevesinde, sanatçı, kendine içkin bir yetkinlik tasarısı içine girmek üzere bulunduğu çağın ve etraflıca geleceğe ilişik bir öngörü oluşturma ve düşünsel pratiğe mutlaka erişme halinde olma durumundadır. Üretim nesnesinin, ilişik halinde olduğu tüm gerçeklik öncelikle çağın içinde bir gereksinim zemininde durur. Malzemesine erişme, kapital düzlemdeki imkân ve imkânsızlıklar arasında düşünceleri etkileyebilir ve üretim sürecine önemli bir müdahalede bulunabilir. Dolayısıyla, bu erişim sonucunda eserin ortaya çıkması ya da bu fikrin ve tasarının önemli bir ihtiyaç olarak kabul edilmesi gereklidir. Bu nedenle, öncelikle sanatın insansızlaştırılmış beraberinde bu çağa ilişkin bir çözümlenmesi yapılmış olmasının, sanat adına yenilenmiş bir tanım oluşturmaya katkılarını, olumsuz etkilerini Türkiye gerçekliği içerisinden söze alarak, değerlendirme gereksinimi önemli bir tartışma alanı olacaktır.
İlk olarak, sanatçı ve Türkiye’nin çağdaş zemini üzerine “kontrovertibl” bir analiz oluşturacağım. Bilgi birikimi bağlamında, çağımız sanatçılarının bilgiye ulaşma deneyimlerini, ulaştığı bilginin yaşamı ve sanatı içerisindeki etkileşimini gözden geçirmek için birkaç güncel/çağdaş sanat yapıtının incelenmesiyle çözümlemeye ihtiyaç duymalıyız. Bu ihtiyacın karşılığı alımlayıcının karşılaştığı ve estetik bir temas izlenimiyle insansızlaşmış sanat düşüncesi çerçevesinde pratik etmesi, çağdaş sanat ve sanatçı üzerine tartışacağımız birçok alanın açılacağına işaret edecektir. Bu işaretin takibi sonucunda, iki bireyin ya da alelade iki insanın birbiriyle olan tartışmasından farklı olarak, elde edilen çözümlemelerin akademik arayışlara yahut alımlayıcılarca yeni ve tutarlı arayışlara olanak sağlayacağı düşüncesi mutlaktır. Çünkü Türkiye’deki sanatçı ve sanatının, “sanatı” çağın ardına saklanmış ya da birkaç zaman dilimi gerisinden takip eden konumundan çıkmaya pek iştahlı görülmüyor. Öze ilişkin tasarıların ve biçimsel yeniliklerin takipçisi, taklitçisi olmaya pek yetkinken, kendi öz-biçim formüllerini yetiştirmekte güçlük çekiyor. Temelde bu düşüncenin dışına çıkan, çıkabilen sanatçıların olduğunu bilmenin verdiği heyecanla da söylemek gerekir ki düşünsel arka planında iletişim kuracak bir yapılaşma eksikliği, bilginin ulaşımını, erişimini, gelişimini, yenilenmeye olan ihtiyacını engelliyor.
Sanatçının ve ürettiği sanat yapıtının bireyselliği ve sanat kavramının evrenselliği arasındaki köprünün kopuk, çağın problemleriyle sarmalanmış bir çıkmaz içinde olduğunu bazı çerçevelerle kabul etmek gerek. Ki en önemli unsur; etkisi altında olduğu çağın isterlerini sorgusuzca düşünce yapısında kabul etmiş olmasıyla ilişik. Oluşturulan düşüncenin kapital olması ve karşıt düşüncenin de kapital olması iki zıt düşünceyi, teke indirmek ve kaçınılmaz isteriler. Çoğu zaman Türkiye’de bir sanat eserinin değeri, devamı ve kabulü kapital bir kargaşa üzerinden belirlenmekte ve bu belirlemenin salt alımlayıcı üzerindeki etkisi üzerinden ölçülmektedir. Yani çoğu zaman sanatçının da belirlenen beklentisinin salt parasal bir karşılığı içinde olduğu düşünülmelidir. Bu beklenti beraberinde sadece sanat yapıtını oluşturmasına olanak sağlayan ya da sağlamayan konuları eleştiriye açabilir. Bu durumun mutlak bir beklenti olarak görülmesi sanatçı açısından doğrudan bu çağın sorunlarını görmezden gelmeye ihtimaller oluşturmak demektir. Bir şekilde sanatçı ne yazık ki kendini bilgiye erişmekten, eriştiği bilginin değerinden ve deneyiminden ayrıştırır. Sanat yapıtını oluşturan zemin, geçmişten şimdiye değin çoğu çeşitlilikle kendini belirgin etse de temelinde mutlak bir bilgi ve deneyim olduğunu söylemek mümkün. Sanat tarihine çağlara göre baktığımızda, sanat yapıtları üzerinden sanatın tanım kazanma sürecinde; deneyimin oluşturduğu nesnelere(sanat yapıtlarına) ulaşılmış bilgiler eşliğinde bilgi yeterliğinin oluşturduğu eserlerin ise deneyimle tanım kazandığını ve gelişim sağladığını biliyoruz. Bu çerçeveyle bilgi ve deneyimi çağın oluşturduğu tahribatlarla yaralı bir şekilde tamamlamanın evrensel boyutta bir yetkinliğe kavuşması mümkün değildir. Rastgele oluşturulmuş bir şeyin sanat olarak adlandırılmasını, çağın gereksinimleri içerisinde elde ettiği fırsatlarla yapılan, deneyim ya da salt deneysellik üzerinden bilgi üretmeğe uzanan ve kabul gören örneklerini savunmaktan farklı bir tartışma alanı olarak dikkate almak gerekir. Çünkü sanatın kalıcılığı, sanat eserinin gelir-geçerliği üzerinden yeni tanımlar kazanma ihtimalleriyle gerçekleşmez.
Sanatçının bilgiye olan bağı çağın hızlı, teknolojik pratiklerden yararlanan ve edinip kaybolan, kullanılıp-tüketilen bir yapıdan farklı olarak daha geleneksel veya zemini güçlü bir araştırma alanında kurulası bir bağ oluşturma gereği taşır. Bu bağ beşeri bilimlerin tümüne hâkim bir sanatçı imajı çizmenin dışında tutulmalı, gerekli ölçüde bilginin üzerine durulup; ilgi alanının derinlikli, zemini güçlü bir araştırma alanına uzamasını desteklemelidir. Bu bağlamda sanatçı, sanatçı ve bilgi arasındaki bağı (daha temel tartışmalarla uzatmadan) insani değerlerin bilinciyle bu çağın tahribatlarının etkisi dışında bir donanımla kurması gerekir.
Tam bu noktada sanatçının ulusal ve evrensel kavramlarının birbiri arasındaki ilişiğini değer yargıların ötesinde bir ortaklıkla algılaması gerekir ki alımlayıcıya aksedenin çarpık ve gereksiz karmaşalar etrafında tartışma alanı iletilmesin. Belirlenen, belirleyici ve algılanan arasındaki ihtimallerden sorumlu olmak durumundaki sanatçının bu sorumluluğu; salt evrensel düzlemdeki netliği üzerinden barışçıl ve işe yarar boyutlarda sanat yapıtlarının insana katkı eder düzlemde ortaya çıkmasını sağlar.
Çağ ve insan arasındaki ilişki diğer her alanda olduğu gibi sanatın işlevsel olarak yenilenmesine de olanak sağlar. Bu durum çoğu zaman tahribatların ifade bulduğu yeniliklerle örneklendirilebilirken insan-yaşam bağının temel düşünsel ve eylem eksikliklerini ahlaki boyutta yansıtır. Sanat, yapılanın evrensel düzlemdeki yanlışlığının karşısında dururken, sanatçı daimi bir yeterliğe sahip olamayacak, bir insan olarak eksik ve donanımsız kalacak, her şeyi düşünemeyecek, yetişemeyecektir. Bu nedenledir ki değer yargılarından arınabilen sanatçının bilgiye ulaşma, bilgiyi üretme ve bilgiyi işleme noktasında eksiklerini gidermesi daha insani ve ulaşılabilir bir durumdur.
Sanatın insansızlaşması üzerine; bilgiler birikiminin, insan özüne ilişik çeşitli “özelliği” ulaştırması, değerler boylamıyla insana dair tüm verileri, çeşitlilik içinde bizlere ulaştırmıştır. Bu durum genellikle kötüye ilişkin çıkarımların birer “örnek” olarak iktidar oluşturduğu düşüncesini öne çekiyor. Böylelikle tarih; ilişikte olduğu insanın kendine dair etraflıca “bilgi” olarak insanın geçmişiyle yüzleşmesine, ikna olmasına ve kendini pür görmesine dair bir işlev belirliyor. Elbette bir kahramanın diğer varlıkların üstünde pür bir hali olduğunu tarihsel bilgilere bakarak kabul edebiliyoruz. Aynı durumu sanat, çeşitlilik içinde insanın isteklerine ilişkin sergiliyor. Pürlüğün karşısına dokunulmaz bir sorgu çerçevesi oluşturabiliyor. Bu durum, insan için öz gibi görülüp kabul edilen tüm ideolojilerin önünde çağlayan bir soru işareti gibi. Çünkü insan, kabul edilmesi gereken kuralların, yaşam-öz ilişkisine dair bir tembelliği, mecburiyeti, kötülüğü ve daha da çeşitleyebileceğimiz tüm karanlık yönlerini “eylemlerin çağdaş gereksinimleri” doğrultusunda işleyebiliyor. Bu işlemek durumu iki farklı çerçeveden görülebilir, ilki bir zanaat olarak işlemekken eylemlere değer katmak - diğeri suç sayılabilir düzlemde, zarar verici, eklektik bir bozgun, zede.
İnsanın içinde bulunduğu genel çerçeve daima bozgunu işaret etmekteyse; işlemek eylemi, sanat aracılığıyla insana ilişkin tüm kötü niyetlerini dışarıda bırakır, sanatın insansızlığı da bu nedenle artar. Bu durum, insan varlığının çeşitliliği içinde iyi olanın tekrar sanat ile insanı geri çağırmayı amaçlaması yüksek “ahlaki” insanı yeniden inşa etmesi önemli amaçlar arasında yer alır ve bu çağda sanatçının, çağı anlamaya, anlamlandırmaya kendi ahlaki zeminiyle başlaması beklenir ki ürettiği sanat, işleviyle kendi tanımını çağ içinde yeniden inşa etsin.
Komentarze